190 Sayılı Kanun Hükmünde Kararname: Toplumsal Yapılar, Cinsiyet Rolleri ve Kültürel Pratikler Üzerine Bir Analiz
Toplumların işleyişi, sadece yasal düzenlemelerle değil, aynı zamanda toplumsal normlar, kültürel pratikler ve bireylerin bu yapılarla olan etkileşimleriyle şekillenir. Toplumdaki bireylerin davranışlarını yönlendiren bu unsurlar, bazen görünmeyen ama etkisi büyük olan bir güç gibidir. Bir araştırmacı olarak, toplumsal yapıları anlamaya çalışırken, toplumsal normların ve cinsiyet rollerinin bireylerin yaşamlarını nasıl şekillendirdiğini gözlemlemek önemlidir. Bugün, toplumsal yapıyı etkileyen önemli bir yasal düzenleme olan 190 Sayılı Kanun Hükmünde Kararname (KHK)’yi ele alacak ve bu düzenlemenin toplumsal cinsiyet, kültürel normlar ve bireylerin etkileşimleri üzerindeki etkilerini tartışacağım.
190 Sayılı Kanun Hükmünde Kararname Nedir?
190 sayılı Kanun Hükmünde Kararname, Türkiye’de 1991 yılında çıkarılmış bir düzenlemedir ve esasen, kamu sektöründe çalışan kadınların, evli olmaları durumunda doğrudan çalıştırılmalarına yönelik düzenlemeleri içerir. Bu KHK, özellikle kadınların kamu sektöründeki iş gücüne katılımını düzenlerken, kadın ve erkek arasındaki iş gücü ayrımını da derinleştiren bir yapıya sahiptir. Bu kanun, bireylerin yaşam biçimlerini, iş gücüne katılımını ve toplumsal değer yargılarını etkileyen bir düzenleme olarak toplumsal cinsiyet bağlamında önem taşır.
Toplumsal Normlar ve Cinsiyet Rolleri Üzerine Etkisi
190 sayılı KHK’nın uygulamaları, toplumsal cinsiyet rollerinin pekiştirilmesinde önemli bir rol oynamaktadır. Bu düzenleme, kadınları ev içi rollerine indirgemek ve onların toplumsal yaşamda aktif yer almasını kısıtlamak gibi bir etkide bulunmuştur. Kanun, kadınların iş gücüne katılımını değil, ev içindeki rollerine uygun bir şekilde sınırlayan bir anlayışı benimsemiştir. Bu durumda, kadınların kamu sektöründe çalışması, evli olmaları koşuluyla oldukça kısıtlanmıştır. Cinsiyet normları, toplumsal yapıyı şekillendiren ve bireylerin günlük yaşamlarına yansıyan güçlü bir etkendir. Erkekler, genellikle “yapısal işlevler” olarak tanımlanabilecek toplumsal alanlarda aktifken, kadınlar ise genellikle “ilişkisel bağlar” çerçevesinde görünür olurlar.
Birçok toplumsal yapı, erkekleri dış dünyaya ve iş gücüne yönlendirirken, kadınlar daha çok ev içindeki ilişkisel rollerle tanımlanır. 190 sayılı KHK, bu durumu daha da pekiştirerek, erkeklerin iş gücüne katılımını bir norm haline getirirken, kadınları ev içi görevlerle sınırlandıran bir toplumsal yapıyı desteklemiştir. Böylece, erkeklerin “yapısal işlevlere” odaklanarak toplumdaki güç dinamiklerine hükmetmesi sağlanmış, kadınlar ise genellikle ilişkisel bağlar, aile içindeki sorumluluklar ve bakım işlevleri ile sınırlı kalmıştır.
Erkeklerin Yapısal İşlevlere, Kadınların İlişkisel Bağlara Odağı
Bu yapısal ayrım, sadece iş gücü piyasasında değil, aynı zamanda toplumsal normlar ve değerlerle şekillenen günlük yaşamda da karşımıza çıkar. Erkeklerin “yapısal işlevlere” odaklanmaları, toplumda genellikle daha fazla görünürlük, prestij ve güç kazanmalarına yol açarken, kadınların “ilişkisel bağlar” çerçevesinde odaklanmaları ise onları daha çok ev içi rollerle sınırlamaktadır.
Örneğin, bir erkeğin yüksek bir pozisyonda çalışması toplumsal olarak normal karşılanırken, aynı pozisyonda bir kadın çalışıyorsa, genellikle ona “ailevi sorumlulukları” ve “kadınlık rolleri” üzerinden soru işaretleri yöneltilir. Bu tür düşünceler, toplumsal normların ve kültürel pratiklerin etkisiyle şekillenir. Kadınların bu anlamda “ev içindeki sorumlulukları” çok daha fazla ön plana çıkartılarak, toplumsal cinsiyet eşitsizliği yeniden üretilir.
190 sayılı KHK’nın etkisi, kadınların kamusal alanda daha fazla yer edinmesini zorlaştırmış ve erkeklerin iş gücündeki daha geniş yerini sürdürebilmesine zemin hazırlamıştır. Kadınlar, çalışma hayatına katıldıkları takdirde, hala çoğunlukla “ailevi sorumluluklar” ve “ilişkisel bağlar” çerçevesinde değerlendirilirler.
Sonuç ve Tartışma
190 sayılı KHK, toplumsal yapıyı şekillendiren bir araç olarak, kadınların iş gücüne katılımını sınırlandıran ve erkeklerin iş gücü piyasasındaki hakimiyetini sürdüren bir düzenlemedir. Bu düzenleme, toplumsal normların ve kültürel pratiklerin etkisiyle, cinsiyet rollerini daha da derinleştiren bir yapıya sahiptir. Toplumdaki bireylerin ve grupların davranışları, sadece yasal düzenlemelerle değil, aynı zamanda bu tür toplumsal normlarla da şekillenir. Kadınların daha çok ilişkisel bağlar içinde yer alması beklenirken, erkekler iş gücü ve kamusal alanda aktif bir şekilde yer alır. Bu durumu sorgulamak, toplumsal yapıyı anlamak ve daha eşitlikçi bir toplum için çözüm aramak adına önemli bir adım olacaktır.
Toplumda var olan bu yapısal ve kültürel eşitsizliklerin farkına vararak, herkesin kendi deneyimlerini paylaşması, bu eşitsizlikleri aşmak adına önemli bir başlangıç olabilir. Siz de kendi toplumsal deneyimlerinizi bu konuda düşünerek paylaşabilirsiniz.